- Aa +

Homo Sapiens okumayı nasıl öğrendi?


16 Haziran 2020

Homo Sapiens okumayı nasıl öğrendi?

Evde kapalı kaldığımız korona sürecinde, pek çoğumuz kitap okumaya daha çok zaman ayırabildik – en azından benim için öyle oldu.  Okumak, önce görme ile başladığından hep ilgimi çekmiştir.  Herhangi bir hastalık sonucu okuyamaz olan ya da okumada zorlanan hastalar veya disleksi sonucu ortaya çıkan okuma güçlükleri ise, işimin bir parçası.

Homo Sapiens’in okuyup yazabilmesi  ve bilgileri bu yolla yeni nesillere aktarabilmesi zihinsel ve kültürel gelişiminin önemli bir parçası.  Peki, insan okumaya nasıl ve neden başladı? Okuma-yazma evrimin bir sonucu mu? Sanırım bu pek mümkün değil – zira yazı bundan yaklaşık 5-6 bin yıl önce, alfabe ise sadece 3-4 bin yıl önce ortaya çıktı. Bu da evrim açısından bakıldığında kısa bir süre.

Avcı-toplayıcı atalarımızın, ana işlevi hayatta kalmayı sağlamak olan beyinlerinin ne aşamada okuyabilir hale geldiğine dair pek çok teori var. Bence en geçerlisi, beynimizde asıl işlevi objeleri, paternleri ve yüzleri tanımak olan bölgelerin zamanla okuma işlevi kazandığı.  Stanislas Dehaene’nin “Nöron (sinir hücresi) Değişimi Teorisi” (“Neuronal Recycling Theory”) nöronlarımızın işlevlerinin dönüşümü sayesinde okuma becerisi kazandığımızı savunuyor.

Okuma gözümüzün harfleri algılaması ve göz hareketleri ile satırları takip etmesiyle başlar. Görüntü gözün retina tabakasına düştükten sonra, nöronlar ve onların birbirleri ile yaptıkları bağlantılar sayesinde beyne iletilir. Beyne iletilen bu görüntü de, içeriğine ve özelliğine göre değerlendirilir. Bu süreci bir piramide benzetebiliriz. Piramidin tabanında görüntünün en temel özellikleri değerlendirilirken, yukarıya doğru çıkıldıkça daha karmaşık detayları algılanır.  Okuma işlevinde ise, bu piramidin tabanında önce kontrast farklılıkları ve görüntünün şekli ayırt edilir. Örneğin, bir çizginin yatay ya da dikey olduğu; eğik ya da düz olduğu gibi temel özellikleri fark edilir. Daha sonra konturlar, harf şekilleri, bigram denilen harf çiftleri; bundan sonra da önce kısa kelimeler ve daha sonra da uzun kelimeler ve kelime dizileri algılanır.  Beynimizin sol oksipito-temporal bölgesi yazı ve kelimelerin algılandığı bölge olarak tanımlanmıştır.  Gözlerde başlayan ve bu bölgede tamamlanan bu sürecin tümü saniyenin beşte birinden daha kısa sürede gerçekleşir.

Yeni doğan bebekte beynin harfleri tanıma bölgesi henüz gelişmemiştir. Yaşamın ilk yıllarında, görme gelişimi de olgunlaşmamıştır. Bebeğin beyni öncelikle konuşulan sözcükleri algılama konusunda hızlı gelişim gösterir, bu da ileri yaşlarda okumanın gelişimine katkıda bulunur. Bebek yüzleri tanıma konusunda da gittikçe artan bir beceri geliştirir. Bu hızla gelişen yüz ve objeleri tanıma gibi beceriler de okumanın alt yapısının hazırlanmasına destek olur. Ancak okuma öğrenmeye başladıktan sonra, çocuğun beyninin sol oksipito-temporal bölgesi yani harf tanıma bölgesi gelişmeye başlar.  Bu süreçte nöronlar okuma yeteneğine uyum sağlayarak bir dönüşüm gerçekleştirirler.  Çocuk okumada ustalaştıkça bu bölgedeki gelişme ve faaliyetlerdeki artış, günümüzde kullanılan fonksiyonel beyin görüntüleme sistemleri  (fonksiyonel manyetik rezonans vb)  tarafından gösterilmiştir.

Yazının gelişimine baktığımızda, yazının da beynimizin bu şekil ve patern tanıma ve kontrast becerilerine uygun olarak geliştiğini görürüz. Hemen hemen tüm kültürlerdeki yazı çeşitleri, beynimizin kolayca ayırt edebileceği bir takım temel şekillerden oluşmuştur.  Ayrıca, neredeyse var olan tüm harfler için, tek bir harfin tek bir nöron tarafından algılanabildiği bilinmektedir.  Yazının ilk icadından bu yana tüm yazı türlerinde, doğada bulunan ve kolayca beynimizin algılayabileceği şekillerin seçilmiş olması şans eseri değildir.

Homo Sapiens’in  doğada bulunan şekil, desen ve kontrastı algılamak için olan beyin yapısını yazmak ve okuyabilmek için dönüştürmesi sosyal, kültürel ve teknolojik gelişimimizin en önemli nedenidir.

Crea Dreams | Kreatif Dijital Pazarlama Çözümleri