- Aa +

Okumayı Öğrenmek ve Disleksi


9 Şubat 2021

İnsanlığın yaklaşık 200 000 yıl önce ilk ortaya çıkışından binlerce yıl sonra, sadece günümüzden 5000-6000 yıl önce ilk yazı örneklerine rastlandı.  Yani, insanlığın doğasında okumak yoktu.  Beynimizde de okuma ve yazma için özelleşmiş bölgeler ya da bölgelerarası bağlantılar mevcut değildi.

Yazma ve okumanın keşfi hiç şüphesiz insanlık tarihinin en önemli adımlarından biri. Atalarımız bu keşfi, asıl işlevleri objeleri tanımak olan bazı beyin bölgelerini bu yeni ihtiyaca göre geliştirerek yapabildi.  Beynin sinir hücreleri arasında yeni bağlantılar oluşturabilen yapısı, yani beynin plastisitesi sayesinde okuma ve yazma mümkün oldu. Böylece yazılı bilgi nesillerden nesillere aktarılarak medeniyetimiz bugünkü haline ulaştı.

İlk bilinen yazı örneklerinden olan Sümerlerin küneiform yazısı ya da Mısırlıların hiyeroglif yazıları ve diğer majör primitif yazı örnekleri beynimizin bu yeni duruma gittikçe daha fazla adapte olmasını gerektirdi.  İlk yazı örnekleri daha çok doğada sık rastlanan bazı şekiller kullanılarak geliştirildi.  Bu yazma ve okuma çabaları ve kazanımların eğitim ile yeni nesillere aktarılması zihnimizde ve beynimizde yapısal, fonksiyonel ve organizasyonel değişikliklere yol açtı. 

Okuma ve yazma geliştikçe, eğitim sayesinde insanoğlunun zihin ve beyin kapasitesi de gittikçe gelişti.  Bu süreç sayesinde, ilk yazı örneklerinden yaklaşık 2000 yıl sonra ilk alfabe örnekleri ortaya çıktı.

Ama ne yazık ki, kazanılan okuma becerisi nesilden nesile genetik bir miras olarak aktarılamadı.  Yani okuma-yazma bilen anne-babanın çocukları okur-yazar doğmadı.  Okumayı yeni öğrenen her birey, okumak için gerekli olan tüm algısal, bilişsel, dilbilimsel ve motor sistemlerin nasıl bir arada ve birbirleri ile bağlantılı olarak çalıştırılması gerektiğini yeniden öğrenmek zorunda.  Bu da ancak, uzun bir eğitim, çalışma ve tekrarlar sonucunda, tüm bu zihinsel ve beyinsel yapının yeniden kurulması ile mümkün oluyor.

Her bireyin okumayı öğrenmeden önceki algısal, zihinsel ve beyinsel özelliklerinde farklılıklar olabilir.  Dolayısıyla, okuma-yazma öğrenmek için gerekli eğitim farklı olabilir. Farklı özellikleri olan bireylere standart yöntemler ile aynı eğitimi verip, farklı sonuçlarla karşılaşıldığında şaşırmamak gerekir.

Özellikle farklı algısal ve zihinsel özelliklere sahip çocuklar, örneğin disleksikler ve aileleri, bu sorunlar ile sıklıkla karşılaşmakta ve bu süreç bir felakete dönüşebilmektedir.   Yaşanan sürece ailenin, eğitimcilerin ve de toplumun verdiği tepkiler sonucunda, bu öğrenciler haksız olarak tembel, söz dinlemez, disiplinsiz ve hatta akılsız olmakla suçlanabilir.  Özellikle sadece okullara giriş sınavlarına odaklanmış bazı eğitim kurumları, farklı eğitim ihtiyacındaki çocuklara ve ailelerine sıkıntılar yaşatabilir.

Disleksi ya da özgül öğrenme bozuklukları kabaca, normal ya da üzerinde bir zekaya sahip bireylerde okuma, yazma, matematik gibi bir takım akademik alanlarda problem yaşanması durumu olarak tarif edilebilir.

Bir ya da iki nesil öncesinin disleksi diye bir sorunun varlığından haberdar bile olduğunu zannetmiyorum.  Hatta eğitimcilerin bile.   Ne mutlu ki bugün artık bu konuda gittikçe artan bir bilgilenme mevcut.  Bunun önemli olduğunu düşünüyorum.  Çünkü bu çocukların farklılıkları bazı bireylerde, doğru bir yaklaşım ile yaratıcılığa dönüşebiliyor. Aile, eğitimciler ve toplum tarafından kötü tepkiler verildiğinde ise oldukça kötü deneyimler yaşanabilir ve gençlerde öfke, depresyon gibi birçok sorunlara yol açabilir.  

Kısa bir internet araştırması bize birçok yetenekli, ünlü disleksik olduğu izlenimini verebilir ve sorunun önemini tam olarak algılamamızı engelleyebilir. Ne yazık ki tüm disleksiklere oranla bu başarılı bireylerin oranı çok yüksek değildir.  Gerçekte ise bu gençler yaşamda ve toplumda sıklıkla sorunlar yaşamakta, dışlanmakta ve hatta bazıları daha kolay suça karışabilmektedir.

Disleksi konusunda sayıları gittikçe artan bir çok bilimsel çalışmaya rağmen, nedeni hakkında henüz kesin ve net yorumlar yapmak çok mümkün değildir.  Ancak, son yıllarda öğrenilen bazı bilgiler umut vericidir. 

Disleksinin nedeni hakkında birçok teori mevcuttur: Fonemik farkındalık (kelimelerdeki en küçük ses ünitelerini ayırt edebilmek), beyinde doğumsal, gelişimsel sorunlar, sözel kısa süreli hafıza sorunları, bilişsel sorunlar, beyincik sorunları, öz duyu (propriosepsiyon) sorunları gibi. 

Kısa süre önce önemli bilim dergilerinde yayınlanan çalışmalarda, disleksinin nedeni olarak gösterilen beynin yapısal ve fonksiyonel farklılıklarının, hiç okuma yazma öğrenmemiş bireylerde de görüldüğü bildirildi.  Berlin Max Planck Enstitüsü, Kaiserslautern Üniversitesi ve Algarve üniversitesinden araştırmacılar, bu farklılıkların aslında disleksinin nedeni değil, daha çok sonucu olabileceğine dikkat çektiler.  Böylece, uzun bir süredir disleksinin nedeni olabileceği düşünülen birçok teori konusunda önemli şüpheler ortaya çıktı. 

Buna karşılık, disleksinin duyusal, algısal (sensöryel) ve özellikle öz duyuyla ilgili sorunlardan kaynaklandığını bildiren araştırmacılar, ünlü bilim dergisi Nature grubundan Scientific Reports ‘da yayınladıkları bir çalışma ile disleksiklerdeki öz duyu sorunlarının varlığını gösterdiler.  Böylece bu sorunların, okuma deneyiminden bağımsız olarak, disleksik olmayan bireylerden oluşan kontrol gurubuna göre disleksik bireylerde daha belirgin olduğu gösterildi.

Bu gelişmeler, disleksi açısından, tedavi yöntemlerini de etkileyebilecek önemde ve umut vericidir.  Bugün öz duyu sorunlarının tanınması ve tedavi edilebilmesi için, uzun zamandır kullanılan ve başarılı sonuçlar veren bir yöntem mevcuttur.  Öz duyu sorunlarının çözülmesi ile, eğitim ve diğer desteklere de devam edilerek daha olumlu sonuçlar alınmaktadır.

  Aile, eğitimciler ve topluma düşen görev ise gerekli desteklerin bir an önce sağlanmasına yardımcı olmak ve her disleksik bireyin yaşamını mutlu ve arzuladığı gibi yaşamasına olanak sağlamaktır.

Crea Dreams | Kreatif Dijital Pazarlama Çözümleri